Canımız Acıyor!

Canımız acıyor!...

 

6 Şubat 2023. Bir yıl geçti, ama hala canımız acıyor.

 

Soğuk ve karlı bir gece. Saat 04.17. Önce bir gürültü geliyor, hemen ardından yer yerinden oynuyor. İki evladımız var. Eşim kızıma, ben oğluma sarılıp kelime-i şahadet getiriyoruz. Bir yandan da korunmak için yere kapanıyoruz. Sallanıyor, bitmiyor. Sanki yıllar sürdü o sarsıntı. Kendimizi zar zor sokağa atıyoruz. Hava -18 derece. Yoğun kar yağışı var.

Ben ailemi arabaya koyup arabayı çalıştırdıktan sonra etrafı gezmeye başlıyorum. Bakıyorum yardıma ihtiyacı olan var mı diye. Çok şükür etrafımızda yıkılan bina yok. Ama herkes sokakta. Arabası olanlar arabasına sığınmış, olmayanlar açıkta.

Okul müdürüyüm. Tek tek öğretmenlerime ulaşmaya çalışıyorum, sağlıklı oldukları haberlerini almak için dua ederek. Bir yandan da benden haber almak isteyenler beni aramaya çalışıyorlar.

Güçlü olmak zorundayım. Ailem için, arkadaşlarım için, yardıma ihtiyacı olan insanlar için.

Hava aydınlanıyor, komşum ailemi tek katlı bir eve götürmeyi teklif ediyor. Kabul ediyorum. Ailem oraya gidiyor. Tek katlı, toprak yapı bir ev. Sobalı. Neredeyse bütün mahalle orada.

Öğlene doğru eşim telefon ediyor, çocukların ihtiyaçları var, biz artık eve girelim diyor. İstemesem de, mecbur kabul ediyorum.

Onlar eve gidiyor, bende görevli olduğum kriz merkezine gidiyorum. 13.00 civarı içime bir sızı düşüyor, eve gidip, iyi olduklarından emin olmak istiyorum. 13.20’de eve giriyorum. O sırada 5 yaşında oğlum oturma odasında oyun oynuyor. 1,5 yaşında kızım da beşiğinde uyuyor. Eşim de mutfakta çocuklara yemek hazırlamaya çalışıyor.

Evden çıkmalıyız, şehir dışına gitmeliyiz dediğim anda bir büyük gürültü daha, ve ardından çok şiddetli bir sarsıntı daha. Bir ömür sürüyor. Çocuklara koşuyoruz. Yine tekbirler, kelime-i şahadetler. Bu sefer bina da hasar alıyor. Deprem durur durmaz çocukları kucaklayıp dışarı çıkıyoruz. Eşim başı açık, çorapsız çıkıyor telaştan.

Arabaya biniyoruz. Ama bu sefer başka. Sanki yerin altında çok güçlü bir motor çalışıyor. Sürekli depremler oluyor.

Artık güçlü olamıyorum, bir köşeye çekilip ağlıyorum. Çaresiz hissediyorum.

Kar yağışı hiç durmuyor. Muhtemelen yollar kapalı. Ona rağmen yola çıkıyoruz. Ankara’ya gidiyoruz. Yolda her yer tipi. Bir metre önümüzü zor görerek ilerliyoruz.

Kayseri’yi geçtikten sonra, yol tıkalı. İlerleyemiyoruz. Aklıma başka bir yol geliyor ve o yola doğru ilerliyorum. Tipi artıyor, hızımız neredeyse 20 km.

Hem çocuklar hem biz açız, yemek aklımıza dahi gelmiyor.

Gece 01.00 civarında arabamız tipi nedeniyle kara saplanıyor. Çıkaramıyorum. Arabanın kapıları, camları buz tutuyor, açamıyoruz.

Navigasyondan bakıyorum, en kolay ulaşılabilecek şehir Aksaray. Sosyal medyada bir öğretmen sayfasından yardım istiyorum. Belki bizi birisi görür, buradan kurtarır diye. Yoksa donarak öleceğiz.

Bu arada hem meslektaşımız hem gönül insanı olan o dönemin Aksaray Valisi Sayın Hamza Aydoğdu aklıma geliyor. Sosyal medya hesabından kendisine mesaj atıyorum.

Yardım çağrımıza o kadar çok dönüş alıyoruz ki. Aksaray halkının neredeyse tamamı bizi arıyor. Binlerce çağrı alıyorum. Gelin misafir edelim diye.

O esnada Valilik Özel Kalem’inden telefon geliyor. Neredesiniz, ne durumdasınız diye. Anlatıyorum durumu. Konum gönderiyorum. Saat 02.00 biz hala aynı yerdeyiz.

Valilikten bir görevli sürekli bizimle irtibat halinde. Jandarma geliyor, kepçe geliyor, bizi kurtarıyorlar.

Valilikten irtibat halinde olduğumuz görevli bizi yolda bekliyor. Bizi görünce bir ihtiyacınız var mı diye soruyor. Utanarak eşime bir başörtüsü, bir terlik istiyorum. Bir de çocukların aç olduğunu kem küm ederek söyleyebiliyorum.

Bizi bir KYK yurduna götürüyor görevli. Vali bey Elbistan’a geçmiş. Vali beyin selamlarını iletiyor bize. Var olsun. Siz yerleşin biz hemen geliyoruz diyor.

Gidiyorlar, 15 dakika sonra ellerinde yemekler, eşime ayakkabı, çocuklara atıştırmalıklar…. Allah razı olsun hem devletimizden hem valimizden hem görevlilerden.

O sırada saat 04.00. 24 saat olmuş. Arkadaşlarımızdan, sevdiklerimizden acı haberler gelmeye başlıyor. Birçok sevdiğimiz enkaz altında. Kimisinin cansız bedeni çıkartılmış. Kimisinden haber yok.

Ciğerim parçalanıyor, uyuyamıyorum. Yiyemiyorum. Nefes alıp vermek bile ağır geliyor.

Sabah 09.00 gibi çocuklar uyanıyor, tekrar yola çıkıyoruz. İstikamet Ankara. Kar yağışı azalmış. Yollar daha temiz.

Hala telefonum çalıyor. Aksaray’dan arıyorlar. Gelin misafir edelim, bir ihtiyacınız var mı diyorlar.

Öğlen Ankara’ya varıyoruz. Bütün akrabalarım toplanmış, bizi bekliyorlar.

Vicdanım sızlıyor bu sefer. Biz güvenli bir yere ulaştık, ya orada kalanlar. Duramıyorum ve aynı gün geri dönüyorum tek başıma.

Bir okul müdürü, bir öğretmen olarak, bir yardım deposuna yönetici oluyorum önce. Sonra çadır kurulumlarından tutun, köylere yardım malzemesi dağıtmaya hatta mobil tuvalet kurup temizliklerini yapmaya kadar görevler. Gururla ve severek, hiç gocunmadan. Allah rızası için. Yaklaşık 3 ay sürüyor bu görevler.

Bu arada sürekli acı haberler alıyoruz. Ciğerimiz yanıyor. O soğukta hiç üşümüyoruz.

Bir ay -35 derece soğukları görüyoruz. Genelde arabada, bir halı sahada ya da yer bulabilirsek tek katlı bir anaokulunda kalıyoruz.

Sonra kendi okulumuza geçiyoruz. Okulun tadilat işlerini yapıyor, orayı eğitim öğretime hazır hale getirmeye çalışıyoruz. Bir yandan da öğretmenlerin okulda konaklamaları için hazırlık yapıyoruz.

…..

Aradan bir yıl geçti, acılarımız hala taptaze.

Hayatımız değişti, anılarımız değişti. Hayata bakış açımız değişti. Beklentilerimiz değişti. Önceliklerimiz değişti. Mutluluk kavramı değişti. Yaşadığımız şehir değişti. Çok şey değişti…..

Değişmeyen tek şey, aynı acı. 6 Şubat akla gelince yaşadığımız ciğer yangını. Geçmiyor. Geçer inşallah.

 

Murat YİĞİTTEKİN

06.02.2024

Ankara

Yeni yayınlardan haberdar olmak için kaydolunuz. E-Posta: *
Yayınları bilimsel etik kuralları çerçevesinde atıf göstererek kullanabilirsiniz.